19 Nisan 2020 Pazar

ÇİÇEKLER ALEMİ


Saksısını beğenmeyip yerim dar diye süzülen pembe sardunyam güneş banyosuna koşmuş hemen. Yanında bülbülün hoş sesinin yankılandığı radyosunu da almayı ihmal etmemişti. Müzik eşliğinde banyo keyfine diyecek yoktu. Etrafına mis gibi kokular yayarken neler düşünüyordu kimbilir!

Peki nazenin bir gelin gibi süzülen mor menekşeye ne demeli? Bakmayın öyle narin göründüğüne. Daha az önce dikenlerine aldırmadan yandaki kaktüsle kavga eden o değil miydi? Bu kibar hanımdan hiç beklenmeyen hareketlerdi bunlar.

Az ilerdeki havuz başını süsleyen küpeli  ise belki takmak isteyen olur diye kulağını uzatmış, küpesini gösteriyordu Sümbül hanıma. Sümbül hanımsa mis gibi kokular yayıyordu geçtiği yerlere.

Ortancaysa bu aralar kilo almış, hafifçe genişlemişti. Bunun farkına varınca hemen rejime başlamıştı. Zira acil müdahale gerekliydi.

Aslanağzı aç ağzını, açmazsan ağzını sıkarım boğazını diyen bir yaban gülü gördüm. Zavallı aslanağzı korkudan açıverdi ağzını. Oysa yabangülü onu korkutmak istememişti. Sadece kendi elleriyle topladığı yemişleri arkadaşına yedirmek istemişti.

Beyaz papatyalar tacını giymiş, yeşil çayırlarda boy gösterirken podyumda yürür gibi hafif sallanırdı. Yeşile hiç bu kadar güzel yakışmazdı beyaz. Çimenler ruh ikizini bulmuş gibi sevinirdi.

Begonviller, laleler,kasımpatıları, güller... Ve daha neler neler. Şimdi hepsi bir olmuş baharı beklemekteler. Gelsin gönüllere bahar, renklensin dünya. Gözümüz, gönlümüz bayram ola...









6 Nisan 2020 Pazartesi

HAYALLERDEN GERÇEKLERE...

Evvel zamanlarla kalbur zamanların yer değiştirdiği bir masal diyarıydı burası. Kardanadam adam olmaktan çıkmış ete kemiğe bürünmüştü sanki.

Komşu Mualla son ses açtığı taverna müzikleriyle mahalleliyi çoştururken çocuklar tek göz odalı evlerinde şato hayalleri kuruyorlardı. Büyülü ormanda rengarenk ağaçların arasından gidiliyordu şatoya. Ama gitmesi anlatıldığı kadar kolay değildi elbet. Ağaçlar hareket halindeydi ve şatoya ulaşmayı engelliyordu. Ulaşanlar ise hemen içeri giremiyordu. Soru soran bir kapı çıkıyordu karşılarına.  Kapıdan doğru cevabı vererek girmek gerekiyordu. Ne zor şeydi bunlar. Sahi burası neresiydi? Yoksa dünyanın öbür ucundan mı sesleniyordum bu uca?

Çekirdek çitleyip film izlediğimiz sinema saatleri gerçeğe dönüşmüş, filmin başrolünü kapıvermiştik. Zira herkes payına düşen rolü oynuyordu şu hayatta.

Sarmaşıklar  balkonu büsbütün sarıp sarmalarken ne kadar da samimi görünüyordu evladını kucaklayan anne gibi. Peki ya kapının önünde süzülen salkım söğüte ne demeli? Başını uzatmış taranmayı bekler gibi. Hepsi farklı bir dünyadaydı sanki.

Sonra ne mi oldu? İskambil kağıdından yaptığımız evleri kendi rüzgarımızla yıktık. Kutu kutu pense oynarken arkasını ilk dönen olmak için mızıkçılık yaptık. Sahi son dönen olsak ne kaybedecektik ki? Bunun cevabını hiç öğrenemedim. Yıllar birbirini kovalarken biz mi hayatı kovaladık yoksa o mu bizi? Bunun cevabını da hiç öğrenemedim. Bütün karamsar hallerimizden sıyrılıp müziğin ritmine kendimizi bıraktık. Komşu Muallaya eşlik edip kendimizden geçtik. Kendimize geldiğimizde ise biz, biz değildik.