Kutu kutu penselerle hayat bulan çocukluğumuz vardı tablet oyunlarına yenik düşmeden önce.
Saklambaç oynarken çoğunlukla saklandığım yerde uyuyakalırdım. Saatlerce beni bulamazlar, telaşlanırlardı.
Bir kaç kitap, bir fincan kahve, mürekkebe bulanmış hayaller, gaz lambası ve gecenin melon şapkası. Radyoda fon müziğine karışmış bir lavanta kokusu. Sallanan koltuğumun ayarı bozulmuş sanki. Kâh hızlı sallıyor, kâh sallamamak için naz yapıyor..
Mide ameliyatı geçirdikten sonra, bir yakınım, önce sadece serumla, bir kaç gün sonra komposto suyu vb. sıvı gıdalar ile ve nihayetinde mide biraz iyileşince çorba ile beslenmeye başlamıştı. Yemek olarak çorbaya kavuşan bu akrabamın sevinci tarif edilemez idi. Bu kavuşma beni, Balıkesir'de çorbacılarda gördüğüm bu şiiri tekrar okumaya yöneltti. Afiyet olsun, iyi okumalar..
Sevgili Kiremit Hanem bir çekiliş düzenlemiş. Oldukça hoş hediyeleri var. Benden duymuş olmayın çok şirinler. Sizler de şansınızı deneyin derim. Daha ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Herkese bol şanslar...
Köşe başında bir kalaycı. Dertli gözleri güğümüne bakarken kalay karası elleri ekmeğinin peşinde. Güğümler, bakraçlar, tencereler, tavalar... Hepsi nasıl karalar bağlamışlar da kalaylanmayı bekliyorlar.. Biraz zaman alsa da sonunda yepyeni, pırıl pırıl hayatlarına kavuşuyorlar. Kalaycı dertli, güğümler dertli. Bir dokunsam bin ah işiteceğim besbelli..
Yıllar önceydi. Varna'daki zulümden trenle kaçan genç bir oğlan. Ve hayatları İstanbul'da kesişen bir göçmen kızı. Mücadeleyle geçen yıllar... Kurdukları yuva umutları olmuştu sanki. Hele yuvanın meyveleri olan yavruları acı hayatlarını ballandırıvermişti bir anda. Cemal amelelikle geçirdiği yıllarda çocuklarının kahramanı olmayı başarmış bir baba, Reyhan da kocasının hayat mücadelesine destek vermek için fabrika köşelerinde saçını süpürge eden fedakar bir anne oluvermişti. İki küçük kız çocuğu da ailelerinin bu zorlu savaşlarında onlara hep destek olmuşlardı. Bazen delinmiş ayakkabılarla okula gitmişler, ıslanan ayaklarını göstermemek için eve geldiklerinde hemen odalarına kaçmışlardı. Bazense beden eğitimi için eşofman isteyen öğretmenin isteğini babalarına söylemeden arkadaşlarından ödünç alarak halletmişlerdi. Onlar da kendi çaplarında yaşam kavgalarına ortak olmuşlardı..
"Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna sistematik bir baskı uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum." diyor yazar orjinal adı "A Clockwork Orange" olan kitabın arka kapağında..
Sene 2008, yağmurlu bir pazar günü hayatımıza girmişti Kırmızı Kız. Annem'in iki kızından sonra bir üçüncü olarak katıldı aramıza. Rahmetli Annem "Gırmuzu Gızım" diye sever, sohbet ederdi onunla. Ayağımızı yerden kesen, bizimle her yere giden bu uysal kızımıza gözü gibi bakardı. Eee, bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur misali. Kırmızı Kız'a iyi bakmazsak bizi yarı yolda bırakırdı sonra..
Mustafa'nın gözünden anlatılan hikayelerin ana kahramanı Ali'dir. Yani Mustafa'nın babası. Ali, Münire adında birini sever. Fakat Münire'nin ailesi onu bir başkasına vermeyi düşündükleri için buna izin vermezler. Münire'yi de çok fena döverler. Bunu öğrenen Ali, kızı onunla kaçması için ikna eder. Sonrasında senelerce etraf durulana, aralar bulunana kadar o istasyon benim bu istasyon senin kaçarlar. Vagondan ev kurarlar. Ama bütün bunlar mutlu olmalarına engel değildir. Daha sonra Münire, hamile kalır ancak doğum sırasında aşırı kan kaybından vefat eder..
Soğuk koridorlarla karşılaştım önce. Gri duvarlara sığındım. Benim ağlama duvarım oldu onlar. Demir parmaklıkların ardından solukladım hayatı. Güneşi özgürce hissedebilmek, gökyüzünün mavisine doyasıya bakabilmek ne demekmiş anladım burada..
Bir uçak kazasının ardından ıssız bir mercan adasına düşen askeri okul öğrencileri, önce bu durumu eğlenceli hale getirmeye çalışırlar. Ama zaman geçtikçe sıkıcı hale gelen ada yaşantısından kurtulma çareleri aramaya başlarlar. Herkesin tek isteği buradan kurtulmaktır..
Ferit adında bir gencin başından geçenlerin anlatıldığı güzel bir romanla karşı karşıyasınız. İki ablasını ve annesini veremden kaybeden Ferit'in babası ortalıktan kaybolur. Kız kardeşi Nilüfer de veremle savaşmaktadır.
Çölde yolculuk eden iki arkadaş hakkında bir hikaye anlatılır. Yolculuğun bir aşamasında iki arkadaş tartışırlar, biri ötekine tokat atar. Tokadı yiyenin canı çok yanar ama tek kelime etmez ve kum üzerine şu sözleri yazar:
Sait Faik, içimizden biri. Onun hikayelerinde kendi mahallemizden, kendi çevremizden hatta kendimizden bir şeyler buluruz. Karakter betimlemeleri oldukça güzel olan yazarın bu kitabı, bir çocuk saflığındaki sıcacık ve akıcı üslubuyla sizi bir anda hikayelerin içine alıveriyor. 1939 basımlı bu eser, yazarın ikinci kitabı olmakla birlikte bana göre ilk kitabı Semaver'i geçmiş durumda. İçerisinde on altı hikayenin yer aldığı kitapta, Sait Faik'in hikaye alanındaki yeteneği bir kez daha gözler önüne serilmektedir..
Bir yanda demini almış, kokusu cezbeden bir demlik, diğer yanda kitaplardan kurulmuş, hayallerden örülmüş bir dünya. Ve bu dünyada umutlarını büyüten koca yürekler..
Sevgili Nilgün Komar, yaz okuma şenliği başlatmış. Böyle bir şenliğe ilk defa katılacağım dolayısıyla çok heyecanlıyım. Kitapların olduğu her yer şenliklidir zaten. Aşağıda, belirlenmiş kategoriler ve şu anda elimde olup okumayı planladığım kitaplar var. Elimdekileri bitirince kategorileri boş kalmış alanlara yeni kitaplar ekleyebilirim. Herkese bol okumalı, bol şenlikli zamanlar diliyorum...
Biri beni takip ediyordu uzun zamandır. Nereye gitsem peşimde. Nereye saklansam benimle. Hayallerimi, umutlarımı o da benimle birlikte taşıyordu sanki her yere.
Kitap hikayelerden oluşuyor. Kitaba adını veren ilk hikayede yazar, işinden dönerken fotoğraf çekilmek için Beyoğlu'nda bir fotoğrafçıya uğrar. O sırada vitrindeki fotoğrafları incelerken hayallere dalar. İçeriden onu çağırırlar. Mutsuz olduğu bir zaman dilimindedir. Fotoğrafçı gülümseyişini doğal hale getirebilmek, poz verdirmek için epey uğraşır. Ancak başarılı olamaz. Daha fazla dayanamayarak özür dileyip fotoğrafını çekemeyeceğini söyler.
Bugün robotlara düşkün olan minik kızımın, uyumadan önce "Bana bir hikaye anlatsana!" seansında doğaçlama ürettiğim bir hikayeyi sizinle paylaşmak istiyorum. Keyifli okumalar dilerim.. :)
Kitap bir geminin limandan hareket etmesi ile başlar. Dünyaca ünlü satranç şampiyonu da aynı gemidedir. Kahramanın kendisi ile tanışma denemeleri yapar. Dünya satranç şampiyonu olan Czentovic aslında iletişim kuramayan, yaratıcılıktan uzak, aklî geriliği olan, cahil, kültürsüz birisidir. Babası öldükten sonra bir rahip tarafından himaye edilir. Daha sonra rahip satranç oynarken onu çok dikkatli izlemeye başlar. Sonrasında şaşırtıcı bir şekilde satranç oynamayı öğrenir. Katıldığı turnuvalarda rakiplerini yenerek dünya şampiyonluğuna yükselir.
Yazarın yayınlanan ilk romanı. Dünyayı gezmek yerine rüyaya yatarak dünya atlası çıkarmaya çalışan Uzun İhsan Efendi'nin zihninde yaşanan olayları konu alan bir roman. İhsan Oktay Anar, yazdığı bu eserde hayal gücünün ne kadar geniş olduğunu bize göstermekte. Birbirleriyle alakasız gibi görünen olaylar dahi en sonunda bu hayal akışının önemli bir parçası haline geliveriyor..
Siz hiç postacı yolu gözlediniz mi? Mektup yolu beklerken heyecanlandınız mı? Ya da gelen mektubu defalarca okudunuz mu?
Çakır Osman'ın Koca Fatısı. Doksanlık bir Osmanlı hanımı. Torunlar, torbalar da cabası..
Gök kurşuni bir gece.. Ve gecenin içinde ölümü arzulayan bir çift yürek.. Hangi yangında kaybetti kim bilir benliğini? Her sessiz çığlıkta kendi feryadını duydu. Duydukça tanıdı, tanıdıkça yandı. Kim bilir hangi yangının bilmem kaçıncı alevinde son buldu yaşamın karanlık sayfaları?.. Gök mü kurşuni, kurşun mu gökyüzü, bilinmez. Bilinmez elbet bulutların neyin ağırlığını kaldırdığı. Tutunamayan yıldızların nasıl kayıp gittiği bilinmez. Bilinmez aslında her kayıp giden yıldızın, yitip giden bir insan olduğu.. Bazen insan, bazense zaman kaybolur gönül yüzünden. Bazen ise zamanın içinde insan, insanın içinde zaman kaybolur. Düşlerde yangınlar, yangınlarda düşler olur. Ve an olur insan yanmaktan yorulur. Gök kurşuni bir gece ve gecenin bilmem kaçıncı saliselerinde cevap anahtarı yanlış basılmış hayat kitapçığının soruları arasında cebelleşirken bütün seçenekleri işaretleyesim gelir. Sonra hemen akabinde bir uyarı çarpar gözüme: İki seçenek vardır. Hayat çoktan seçmeli değil; doğru yanlış testinden ibarettir. Ve bir hamleyle yapılan her tercih daha sonrakilere gebedir. Ve gece yine kurşuni.. Yine grilerin arasına serpiştirilmiş mor ötesi bir gece.. Ve bu gece, bir ben var. Benden öte benden ziyade...